Dicle’nin Sesinin Hatıra Defteri

3 Ekim 2007, Çarşamba

“hasret olmadan hayat olmaz”

İnsan teki eli kalem tutmayıncaya kadar, yazmanın ne denli zor iş olduğunun ayrımına varamıyor. Hele hele okumaya mecali de niyeti de pek olmayan bizim gibi toplumlarda, okumadan, fikir sahibi olmadan hemen her konuda her bir şeyi bildiğini zanneden bir dolu aklıevvel çevrenizi sarar ve mektup dahi yazma becerisi olmayanlar olur olmaz durumlarda eleştirmen kesilirse, varın yazmanın nasıl da belalı bir iş olduğunu artık siz düşünün.

Yazmaya niyet etmeden evvel de yazmanın zor mesele olduğunu bilirdim de! Zorluğunu, az sayıda olan ve yazma serüveninin hangi süreçlerden geçtiğini paylaşanların, yazdıklarını okuduktan sonra, daha net kavrayabildim.

Mehmed Uzun bunlardan bana en yakın olanı diyebilirim. Mehmed Uzun’un yazarken ne kadar hassas bir araştırmacı kimliğe büründüğünü biliyordum. Romanlarını, denemelerini yazmaya başlamadan önce mekân ve kaynak çalışması konusundaki hassaslığı Diclenin Sesinin kısmi mekansal yol arkadaşlığından dolayı bildiklerimdi.

Ama bütün bu araştırma serüvenine bir de romanın hatıra defterinin yazılması ve paylaşılması da eklenince doğrusu şaşkınlığımla birlikte heyecanım da bir kat daha arttı. Ve kendime sormaya başladım. Acaba bütün roman yazarları böyle mi yapar? Durup dinlenmeden o ülke senin bu ülke benim, acaba falanca kütüphane ya da sahafta romanıma malzeme olacak kitapları bulma umudum var mı? Sonra insanın kendine, dostlarına, arkadaşlarına ve ailesine de ait olan gündelik hayatlarından bir çırpıda sıyrılmaya karar verip yazma fikrine ve eylemine kilitlenmesi nasıl bir duygudur acaba!

Bütün bunları, hatta daha da fazlasını Mehmed Uzun’un Dicle’nin Sesi’nin yazılma serüveninin kısa günlüklerinden olan ve 6 Ekim 1998 Salı günü başlayıp, 29 Nisan 2003 pazartesi günü tamamlanan beş yıllık süreci paylaştığı ”Bir Romanın Hatıra Defteri”nde* bulmak mümkün.

Mehmed Uzun’un yazarlık serüveninin aşamalarını yakından izleyenler bilir ki; Uzun’da dil ve ses ahengi çok farklı bir yere oturur. Mesela “Yitik Bir Aşkın Gölgesinde” daha çok kısa cümlelerden oluşan dolgun, güçlü ve şairane bir dil tercih edilirken; “Kader Kuyusu”nda romanın önemli şahsiyeti Celadet Bedirhan’ın araya girdiği bölümlerde daha belirgin olarak ortaya çıktığı gibi uzun, karmaşık ama ifadesi güçlü bir dil. Ya da “Abdalın Bir Günü”nde varlığını bulan sade, naif ve akıcı, alıp götüren bir dil. Dicle’nin Sesinde ise sanki bütün bu dil deneme ve becerilerinin harmonisi var. Güçlü, doyurucu, dolgun bir dil: tarih, folklor, sözlü ve klasik edebiyatın kaynaklarından yararlanılarak atasözleri ve deyimler kitapta yerli yerine yerleştirilirken bütün bu verilere nasıl ve ne şekilde ulaşılmışlığın yanıtları, Hatıra Defteri, hepsine, tüm sorulara yanıt oluyor.

Mehmed Uzun’un İsveç sürgünlüğünün ilk yıllarında her hafta bir klasik müzik plağı alıp dinlediğini bir sohbetimizde çocukluk arkadaşı Keya İzol anlatmıştı. Bir Romanın Hatıra Defterini dikkatle okurken fark ediyorum ki; bu zengin müzikal arşiv, meğerse Mehmed’in romanlarına ciddi müzikal altyapı da oluşturmuş. Her roman farklı bir müziğin ruhuyla örtüşerek sesini bulmuş. Mesela “Yitik Bir Aşkın Gölgesi” yazılırken Eric Satie’nin piyanosu eşlik etmiş. Xaçaturyan’ın konçertoları “Kader Kuyusu”nun yol arkadaşı olmuş. Klasik müziğin dehaları; Bach, Mozart, sonra Rodrigo ve tabii Carmina Burana “Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık”la buluşmuş. Tabi bütün bu müzikal tınıların yoldaşlığı “Hawara Dîcleyê”de Kürt müziğine yakışır olmuş. Başta “Ez Xelef im” parçası olmak üzere Cizrawî, Şivan Perwer, Koma Amed ve daha nicelerinin onlarca cd’si romanın dilini, rengini, ahengini bulmada destek olmuş. Hatıra Defteri tüm bu müzikâl dinleme süreçlerini paylaşmada mükemmel veriler sunuyor.

Doğrusu yazım serüvenine dair, sistemle, muktedirlerin iktidarlarıyla çok fazla sorunu olmadan yazan yazarların yazdıklarının çok da gerçekçi ol(a)mayacağı düşüncesi oluştu bende Mehmed Uzun’un hatıra defterini okurken. Çünkü bir yanıyla çok ses getireceği daha yazılırken belli önemli bir roman yazarken yazar, bir taraftan da sistemle sorunlarını cepheden çözmek için yüreğini, bedenini orta yere koyuyorsa, koymakla kalmayıp bir eylem adamı gibi tavır alıyorsa, ulusal ve uluslararası organizasyonların aktivisti ve yerine göre de tetikleyicisi oluyorsa, bütün bunları görev bilip kendisine verilen ödülleri bile bir yana bırakıp onu bekleyen roman kahramanlarını düşüneduruyorsa, Diclenin Sesinin kahramanları Bro ile Ester’i bir an evvel buluşturmayı kendine asıl dert ediyorsa, ortada olması gereken bir derinlik vardır. İşte budur belki de hatıra defteri’ni manidar kılan!

Doğrusu Mehmed Uzun’un “Bir Romanın Hatıra Defteri” başlığıyla Kürtçe’den Muhsin Kızılkaya tarafından çevrilen kitabını okurken; çok farklı tatlar aldım. Yazma serüveninin tekniğine dair yeni şeyler öğrendim. Bir de üreten insana karşı dünyanın her yerindeki acımasız zalimliğin gaddarlığından örnekleri Uzun’un satır aralarına sinmiş ince ironisi ile okuma şansına sahip oldum.

Düşünün kitabınızı yazmaya çabaladığınız yıllarda (1998) otuz yıldan fazla bir zamandır sürgündesiniz. Sürgündeki “gurbet ülkeniz” sizin gibi bir dolu sürgün için, mezarlığa dönüşmüş. Yazar çırpınıyor, mezarlıktan “verimkâr işler” çıkarmaya. Ama karanlığın dinozorları fırsat vermemekte kararlı. Hiçbir iş yapmadıkları gibi, yapanları da çekemeyip “dillerine dolamada” mahir. Onlarla yarışan, ülkede de başkaları var. Kitapları toplatan, yargılayan, zaman çalan, acı çektiren başkaları…

Bütün bunlara, belki de yazarın vereceği anlamlı bir yanıt da elbette var: Bölücülük suçlamasıyla “Bir Dil Yaratmak” kitabı İstanbul 6 nolu DGM tarafından toplatılır. “Türkiye’de rejimle ne yapacağım? Veya onlar ne yapacak benimle? Yasaklanmış Kürtçe’nin durumu böyle vahim olmasaydı eğer, söz ve ifade özgürlüğü sorunu bu kadar elzem olmasaydı eğer, bir bildiri yayınlayarak, Türkiye’yle bütün ilişkilerimi kestiğimi ilan ederdim, hemen. Fakat gelin görün ki orası da vatanım benim, dilim, kültürel mirasım, atalarımın toprağı, hısım ve akrabalarım, arkadaşlarım, dostlarım hepsi orada…”

Diclenin Sesinin Hatıra Defteri bir roman yazarının, romanını yazarken çıktığı serüvenle yetinmeyip beş yıllık bir zaman dilimi içinde (1998-2003), romana başlama kararının verildiği günden, romanını bitirdiği güne kadar geçen zaman dilimi içinde, yazarın hayat örgüsü çerçevesindeki bütün bir panoramayı da sunuyor. Zengin bir İskandinav yazar ve edebiyat profili ile, uzak düşülen ülkenin sokaklarında, salonlarında, diğer bütün mekanlarında yapılan edebiyat aktivitelerinin de, yapılan kimi çalışmaların notlarının da; hakkının Mehmed Uzun tarafından teslim edilişinin gururunu taşıyor kitap.

Mükemmel bir paylaşım örneği göstermiş Mehmed Uzun bu günlüklerini, romanının hatıra defterini yazıp yayınlatmakla. Muhsin Kızılkaya da Türkçe çevirisiyle edebi bir paylaşım örneği göstermiş, kutlamak gerek. Bir tek eleştirim yayınevine, Uzun’un çok farklı, eli kalem tutan genç, yoksul ve alabildiğine Mehmed Uzun okumalarına meyyal bir okur kitlesi de var. Keşke bu tür kitaplar fiyatlandırılırken biraz daha mütevazı davranılsa…

*Mehmed Uzun. Bir Romanın Hatıra Defteri. Çeviri, Muhsin Kızılkaya. 162 sayfa. İthaki Yayınları. 1.Baskı Temmuz 2007. İstanbul

Yazarımız Şeymus Diken'in yazısı Esmer dergisinde yayımlanmıştır.

Share Box