PEN Türkiye Merkezi Barış Komitesi'nin 1 EYLÜL 2008 Barış Bildirgesi

28 Ağustos 2008, Perşembe

Troya'dan Günümüze:

 

"İçinde gizlenmiş - Saklı-yeni bir savaş malzemesi- bulunan hiçbir antlaşma bir barış antlaşması olamaz." 
Kant


Savaşı anlamakta zorlanırız, çünkü karmaşık gelmiştir bize. Bu karmaşıklık bizi barışsız bırakır. İnsanın insanı her an öldürmesi için eylem hazırlıkları yapması, elbette açıklanamaz ve açıklanamadığı için bu karmaşıklık hala devam etmektedir. Savaşları anlasak da anlamasak da insanın her durumda oluşturduğu bilinç bir şekilde nasıl olursa olsun onu taraf olmaya itmiştir.

Savaş için "yeter sebep ilkesi" geçerli olduğuna göre, nedenler yeterli görüldüğü sürece savaşlar hep olacaktır.

Erasmus, bir barış meleği olarak konuştuğunda, Hermes'in kemikleri sızlamıştır. Onun adalet terazisi tanrıların huzuru içindi. Erasmus ise, savaşı en son çare olarak: kendi türünün yok olma riskine karşın savaşı bir seçenek olarak saklar. Akıl ve erdemi öne çıkaran çoğunluğun barışına karşı azınlığın savaşları ile barışın asla kurulamayacağını dillendirir.

Troya bütün savaşların acısını içinde büyütmüş ve günümüze kadar yalnızca birkaç kalıntı ve bazı isimler kalmıştır. Kentler yıkılıp, kentler kurulmuştur.

Peki, evrenin en uzun savaşını yaşamış bir kentte neden barış olmamış?

Savaş, her türlü olumsuzluğuna ve tarihin akrebi olarak anılmasına rağmen günümüzde bile hala evrenin en önemli sahnesini işgal etmektedir. Zaman zaman alkışlanmış, zaman zaman yuhalanmış zaman zaman da "barış" adı altında anılmıştır.

Savaşı barışla, barışı savaşla bir tutmak, aynı yerden bakmak bir gerçekliğin parçasıdır diye düşünüyorum, tıpkı siyah-beyaz gibi... Ortada rant olduktan sonra ki tarih boyunca insandan insana, halklardan halklara, uluslardan uluslara kim kaldırmak ister ki savaşı ortadan!

Evrenin ve insanın yüz yüze geldiği ilk dönemlerden beri savaş sözcüğü, fiili ve gerçeği ayna gibi karşımızda... Aynada hangi ülke, hangi halk, hangi insan gösterilirse orada savaşın çiçek açtığı bir görüntüyle karşı karşıya kalırız.

Troya'dan Irak'a gelmesi gereken barış neden gelmedi?

Neden mi?

Sosyal sözleşmeler üzerine kurulan devletlerin sosyal bütünlük adına attığı her adımla eleştirilmez bir hale bürünmeleri ve "kamu yararı" adı altında güçlerini savaşlarla kutsayan süper güç sembollerine dönüşmelerinden dolayı...

Hermes'ten öğrendikleri ve acıyı her kullanımlarında Hermes olma hayallerinden dolayı...

Yazılı tarihin aynı zamanda bir savaş tarihi olmasından dolayı...

Tarihin başlangıcından günümüze ve hatta bundan sonrasında bile insanlık sahnesinden hiç eksik olmamış/olmayacak devlet adamlarının kişilik yapılarının şiddete eğilimli olmasından dolayı...

Yalnızca "zafer" olgusundan çıkarılan sonuçlarla barış için gayret sarfetmenin inandırıcılığı kalmadığı için ve bu bakış, eğer kalıcılığı olsaydı, "zafer"in etkisinden hiçbir politikacının kurtulmak istemeyeceğinin bilinmesinden dolayı...

Çünkü dünya, her defasında önce yeni bir savaşın, sonra yeni bir barışın stratejileri ile yaşlanmaya devam ediyor. Her ay, her yıl, her yüzyılda, savaş ve barış adına sözleşmeler, antlaşmalar yapıldı-yapılıyor ve başlatılmak üzere yenileri hazırlanıyor. Ne sözleşmelerin ne teminatların sayısı belli...

Çünkü savaş ve barış ekonomik-politik bağımlılık stratejisi olmuştur. Ve barış devletlerin savaş ekonomisini oluşturmuştur. İstenilen, bir barış felsefesi "ide"si değil savaşın amacı olan bir barış olarak öngörülmüştür. Devletler genel hukuku, dünya vatandaş hukukunu bastırmıştır.

Konuşma hakkı ve kurtarma politikası üzerine işlevini tek dünyalılıktan yana koymaya çalışan BEN MERKEZCİ (BM) barışın emniyet supabı olma kararı almasına rağmen barış adına yapılan savaşlarda hep atıl kalmıştır. Ayrıca BM Sözleşmesinde Madde 2 Sayı 4 (Zorbalık Yasağı) her türlü zorbalığı yasaklamasına rağmen 42. Maddedeki "Uluslararası Güvenlik" tehlikede olursa (!) böyle bir durumda askeri müdahale gereklidir ibaresi aynı zamanda ilk maddeyi de imha etmiş ve gerektiğinde ihlale sebep olmuştur.

Çünkü savaşlar yalnızca bir tür mütareke karakteri taşıyan anlaşmalarla son bulmuştur. Savaşlar, kirli siyaset havasını temizleyecek bir fırtına gibi algılanmıştır. Savaşların, gırtlağına kadar borçlandırılmış halkların özgürlüğe ulaşma yolu olarak gösterilmesi zaten bilinen bir hikâyedir. Ve savaşların "savaşsız bir çağ açmak" düşüncesinden yola çıkması da ilginçtir.

Bugün, insanlığa hizmet adı altında üretilen "modern" araçlar sayesinde savaşın artık katlanılabilir olduğu yolunda propagandalar yapılıyor çünkü savaşlar eskisinden daha kısa sürüyor.

Atomun parçalanması ile ortaya çıkan müthiş gücün bilinmesi ve kullanılmasına rağmen unutturulmaya çalışılan atom bombaları, nükleer silahlar...

Savaşa karşı düşünce ve çıkışları saf ve ahlaki yargılar olarak göstermek modası... Uluslararası anlaşmazlıklarda devletler hukuku alanında uluslararası hakem görevi gören kuruluşların tarafsız kalamaması... Ulusların, halkların bir arada olma ve yaşama ideasının töresel, ekonomik, politik gerekçelerle engellenmesi... "Savaş, ilerlemeye yardım eden bir kötülüktür" ve bu yüzden ona katlanmak zorundayız ilkesi...

Savaşın silahlanma yarışını engellemesi hatta durdurduğu yönünde izlenen sakat politikalar.. Ve insanileşme başlıklı yapay gerekçeler...

Barış bir ödevdir, iktidarı değiştirmek ve demokratik düzeni getirmek savaşın hedefidir! masalı... "İnsanlık için" diye başlayan cümlelerle ulusların itaate boyun eğdirilmesi...

Güvenlik Konseyi üyeleri aynı zamanda 2.dünya savaşının kazananlarıdır... Halkların birlikteliğinden yararlanan bir dünya devleti ile dünya hükümeti arasında kurumlaşıyor gittikçe savaş.

Bunlar, Troya'dan günümüze gelmesi gereken ama gelemeyen barış için yeter nedenler olarak görülebilir. Ama aslında daha onlarcası sıralanabilir... Ve verilen tüm örnekler birbirini destekler...

"Öteki"ni öldürme meşruiyetini elinde tutan sanatçılar, yazarlar, şairlerdir. Bu bir "ben" meselesidir onlar için. Bunun devletlere geçmesi durumu ise tam bir savaştır, yok oluşun başlangıcı...

Borges'in deyimiyle, "barışın gerçekleşebilmesi tam da bu noktadadır. "İnsanlar arasındaki barış, doğru barış "öteki"ni merkez alarak gerçekleştirilebilir. Ya da Hemingway'in bakış açısıyla "Savaşlar belki de kazanılmıyordu artık..."

Savaşlar ölenler için kaybediliyordu...

Ancak, ideolojik barış bilinci, halkların, uygarlık kültürlerini evrenselleştirdikçe, günümüzde ve sonrasında barış mümkün olabilir.

Çünkü gerçek, inançlarımızın gerçeğinden daha güçlü...

Son sözü 1958 tarihinde barış logosunun yaratıcısı İngiliz sanatçı Gerald Holtom'un barışa ilişkin düşüncesine bırakmak istiyorum. Gerald Holtom barış logosunu "umutsuzluğun bir simgesi" olarak gün yüzüne çıktığını -doğduğunu- belirtiyor:
Holtom yazısında "kendimi umutsuzluğun pençesinde bir birey olarak tasavvur ettim" diyor. "Goya'nın ünlü tablosunda idam mangasının önünde ellerinin ayası üste ve alta dönük köylü gibi." "Resmi daire içindeki bir çizgi biçiminde şemalaştırdım."

Holtom'un umutsuzluğun bir simgesi olarak tasarladığı barış logosuna rağmen bizler yine de Barışın, evrenin en büyük kenti olsun diyoruz.


Salih AYDEMİR
PEN Türkiye Merkezi
Barış Komitesi Başkanı

Share Box